Kapat

Hastanemiz ve Biz

Prof Dr Muzaffer ALTINDAŞ

Şu bizim Cerrahpaşanın binaları
Çatlar,patlar,yamulur kolonları
Kötü yönetici, arsız müteahhit umursamaz olanları
Bize mezar olsa bile  bu  sahte  beton yığınları


Şu Bizim Cerrahpaşanın Binaları
Kimdir Bunun  Sorumluları ?

Yıl 1998. Cerrahi monoblok binalarına taşınalı henüz  10 yıl olmuştu .Önce genel cerrahi, anestezi , kalp damar cerrahisi,ardından çocuk cerrahisi  ve plastik cerrahi yeni yerlerine taşınmışlardı. Yıllarca , güzel duygu ve düşüncelerle bu binaların bitmesini hayal ettik. Şimdi ise , önümüzde huzur,güven içinde yıllarca sürecek yeni bir çalışma  ve hizmet döneminin başlayacağını sanıyorduk.Ama çok geçmeden bu beklentilerimizin gerçekleşemeyeceğini gördük.Çünki, taşındığımız yeni binaların  “çürük” olduğu açık seçik gözler önündeydi. Büyük marmara depreminden bir yıl önce (1998), ameliyathane sorumlu öğretim üyesi görevi , cerrahi bilimler başkanı (aynı zamanda rektör) prof dr Kemal Alemdaroğlu tarafından bana verilmişti. Bu görevimden ötürü (çürük) binalarımızla ilgili  bir çok bilgi edindim.Bu  bilgileri öncelikle “Cerrahpaşalılarla” ve  İstanbul üniversitesi mensuplarıyla ,geniş anlamda  okuyucuyla paylaşmak görev anlayışımın bir gereği olduğu inancındayım.Ayrıca , yanlışlığa ,haksızlığa başkaldırmadan , karşı duruş sergilemeden  ruhumun asla huzura  ermeyeceğini ve beni içten içe kemirmeye  devam  edeceğini bildiğimden bu  yazıyı kaleme alıyorum.


Depremden Önceki Dönem
Cerrahpaşada yeni yapılan tüm binaların sıva ve çelik donatı üzerindeki beton tabakasının ((paspayı) kabarmasını,patlamasını  dökülmesini ve altından çıkan çelik donatıdaki paslanmayı (korozyon) bir çalışan olarak uzun zamandır görüyordum.Ameliyathane sorumlu öğretim üyesi görevinin bana verilmesiyle birlikte,bir süre önce 2.ci kattaki ameliyathane sterilizasyon bölümündeki bazı kolonlarda ortaya çıkan deformasyonlardan dolayı mantoloma hazırlıklarına başlandığını gördüm.Çevresini iki insanın kollarıyla sarmalamayacağı kadar büyük  bir kaç kolonun yamulduğunu ,üzerindeki parçalanmış fayansların,baton tabakalarının temizlenmesiyle çelik donatının korozyonla ağır bir çap kaybına uğradığını, ince  çelik donatının elle kırılabildiğini, kolonun taşıma işlevini hemen hemen tamamen kaybettiğini gördüm.Durum tehlike arzettiği için bu kolonlar acilen mantolandı. Durumu resimle belgeleyememi , o günkü yeni görevimdeki acemiliğime   bağlıyorum.
O zamana kadar bina ile ilgili tespitleri ve  mantolama işlemini üniversitemiz mühendisleri yürütüyordu.Bunun doğru olmayacağını  Kemal  Alemdaoğluna izah ettim.Onun da desteğini alarak Teknik Üniversiteden (İTÜ).muayene isteminde bulundum.Prof Dr Tevfik Seno Arda başkanlığında inceleme heyeti ameliyathane ve bir alt katı inceleyerek hazırladığı 16.12.1989 tarih,B.30.2.İTÜ.051.00.0.28 YD sayılı raporda;  “.....çelik donatının korozyon nedeniyle %20’ye varan çap kaybına uğradığı,enine donatı ve etriyerlerde bu kaybın daha yüksek mertebelerde görüldüğü,betonda ise küçük kavkılı deniz agregası kullanılmış olduğu  ve yer yer elle koparılabildiği gözlenmiştir.......Kolonların yanı sıra, klima santrali “13”-”14” ve “G”-“11” aksları arasındaki döşeme plağında çok ileri mertebede hasar ayrıca bu plağı çevreleyen krişlerden  önemli çatlaklar vardır.....” denilmektedir.
Bu bilgiler ışığında daha o zaman 55 kolonun mantolanması (55 milyarlık bir fatura) tamamlanmıştır.

Büyük Marmara  Depremi  (1999)
 Bilindiği gibi 17 ağustos 1999 gece yarısından sonra saat 03.02 de Marmara böldesini derinden sarsan bir deprem felaketi yaşanıldı.Hastane çalışanlarında çiddi bir can tehlikesi korkusu olduğu halde,o günkü idareciler fakültemiz teknik elamanlarının inceleme sonuçlarını ....” tehlike arzeden  veya çalışmalarımızı engelleyecek herhangi bir unsur  bulunmadığı...” tarzında  ardardına gönderdikleri yazılarla  güya  bizleri bilgilendiriyorlardı. Rektör  Kemal Alemdaroğlu’na binalarla ilgili  eski raporu  (1998) da hatırlatarak hastane binalarımızın esaslı bir incelemeden geçmesi gerektiğini birkaç kez tekrarladığımda , bundan rahatsız olduğumu hissettim.Sonunda bir toplantıda “anlaşılan sen hastaneyi kapattırmak istiyorsun...” diyerek deprem hakkında konuşma yasağı koyduğunu söyleyiverdi.
Oysa, İTÜ İnşaat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof Melike Altan’ın  aynı tarihlerde Prof Hasan Yazıcı’yı ziyareti sırasında (16 eylül 1999) hatır için yaptığı incelemeye dayalı  (resmi başvuru yok) ön tetkik raporunda  binalarla  ilgili çok önemli tesbitler  sıralandıktan sonra ,     “ sonuç olarak.....mevcut durumu ile  kullanılması halinde riskli bir yapı olduğu görüş ve kanaatindeyim” denilmekte idi.

(Çürük) Binaların Güçlendirme Dönemi
1999 depreminde bloklar arasında 10 cm varan dilatasyon çatlakları oluşmuştu. “Cerrahpaşalılar”; buralardan  ta alt katlara kadar gelen yağmur yaşa rağmen , dilatasyon açıklıklarından gök yüzünü ,ayı ve  yıldızları seyretme olanakları içinde bir 5-6 yıl geçirdi. 2005 yılına gelindiğinde (çürük) binaların güçlendirileceğini öğrendim.Rektör karar vermiş, dekanlık ana bilim dalı başkanlarını bilgilendiriyor. Ana bilim dalı başkanlığım çoktan sona erdiği için ben bu bilgilendirmelerden yoksun kalıyordum.Kendi aramızda anlaşarak ana bilim dalı başkanlığını temsilen toplantıya ben katıldım.Toplantıda söz aldım.Güçlendirme öncesi hangi uzman kurumun binaları incelediğini,neler saptadığını, nasıl bir güçlendirme planlandığını ve güçlendirilmeyi hangi uzman kurumun denetleyeceğini ve teslim alacağını sordum. Bizi bilgilendirmekle görevli  Dekan Fikret Sipahioğlu sorularımın hiç birine cevap verebilecek durumda değildi..Açikça , pişmiş aşa su katıyordum.Çok acı olanı da, bana o günkü toplantıya katılanlardan sadece Sayın Prof Hasan Yazıcı destek vermesi, diğerlerinden ise hiçbir  ses çıkmamasıydı.Bundan daha  beterini Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Prof Dr.Cenk Büyükünal  yapmıştı:Güzel konuşma ve ikna  yeteneğini kullanarak  önceki bir toplantıda sunulan  bir barkovizyon gösterisinin inandırıcılığından,  mükemmelliğinden, deprem dalgalarında  her ihtimalin göze alınarak güçlendirmenin yapılacağından, Türkiyede ,hatta Avrupada bu çapta bir  başka şirket bulunmadığından söz ederek, inşaat şirketinin sahibi için  övgü ve güven dolu bir nutuk attı. Prof Cenk Büyükünal’a  akılda kalıcı çevabı Prof H.Yazıcı vermişti;”Gelsin bu mütahit! ben de ona Behçet Hastalığıyla ilgili bir sunum yapayım, onun da nasıl şaşırıp kaldığını görürüz” demişti.
Toplantının sonunda  H.Yazıcının  “bastırmasıyla “gelecek seferki toplantıya hem müteahit, hem de İTÜ ve Boğaziçi Üniversitesinden iki profesörün davet edilmesi kararı alındı.
Toplantı bitip dışarıya çıktığımızda C.Büyükünal’ a yaklaşarak; “müteahit parayla bile müteahit kendini bu kadar güzel metettirmeyi başaramazdı.Ama ben eminim ki sen; bunu hiçbir çıkar gözetmeden, parasız yaptın.Senin hakkında taşıdığım tüm olumlu düşünceleri yok ettin” dedim ve kendisiyle 3 yıla yakın süre konuşmadım, selamlaşmadım , küs kaldım.
Bir sonraki toplantıya da katılmadan önce Prof H.Yazıcı’nın odasında buluştuk İTÜ ‘ lü Prof Dr.Melike Altan’la birlikte  güçlendirme alanına gittik. Güçlendirmeye dahiliye kliniği tarafından başlanmıştı.Melike Hoca güçlendirilmesi tamamlanmış kolonlarının tepesinde filiz bırakılmadığını fark etti. Oradaki inşaat çavuşuna sorular sordu. Çavuş çelik filizlerin  bırakılmama nedenini bilmediğini söyledi. Melike hanım gece kondu inşaatında bile daha sonra yapılacak katlar için kolonun tepesinde filiz bırakılır dedi. Toplantıda aynı soruyu  müteahide sordu. Prof  C.Büyükünal`ın, eşi bulunmaz müteahhiti , pişkin pişkin, bir üst katı yaparken  alt kattan da biraz beton kırarak, alt katla üst kat arasına eksik  çelik donatıyı bağlayabileceklerini  söyledi.
Güçlendirme tüm hızıyla sürerken Rektör Kemal Alemdaroğlu Cumhurbaşkanı tarafından görevden alındı. Atamayla gelen bir Rektör bir süre bu görevi sürdürdü. Arkasından seçimle
İÜ Tıp Fakültesinden Prof Dr.Mesut Parlak rektör oldu. Hemen iki sayfalık bir dilekçe hazırladım.Arkasına raporları ekledim,dilekçede çok sayıda öğretim üyesinin imzası  olsun diye  dilekçeyi  Cerrahi bina 6 cı katta elden dolaştırdık Prof Dr.Oğuz Çetinkale’nin dışında (genel ve plastik cerrahi hocalarının hiçbirinin  dilekçeye  imza atmadığını  gördüm. Mesleki faaliyetlerine kendini kaptırmışları bir yana bırakırsak, kapalı kapılar ardında verip veriştiren,  seçim zamanlarında onlarcasının dekan, rektör adayı olduğuna tanık olduğum bu insanların ufacık bir risk almaya cesaretlerinin   olmadığını bir kez daha görmüş oldum. İmzalamamalarına da hiç şaşırmadım.
Rektörü tebrik için Plastik Cerrahi Anabilim Dalı adına  randevu alındı.Sayın Rektör Mesut Parlak odasında tebriklerimizi kabul etti..Bu arada ben dilekçemi (dökümanlarla nerdeyse bir dosya) kendisine verdim Cerrahpaşa ve Çapadaki  binaların sorunlarına değinildi.Ben güçlendirmenin bir işe yaramayacağını ,devlet imkanlarının boş yere çar çur edilmesinden rahatsız olduğumu  söyledim. Raktörün kendisinden güçlendirmeyle ilgili  sorularımın  cevabını beklediğimi ilettim.. Mesut Hoca “ işte vatanseverlik budur ...bizzat ilgileneceğim”diyerek dilekçeyi elimizden aldı ve  kayda gönderdi.  Öyle laflar etti ki  ümitlendik . Oradan  Dr.Oğuz ve ben çok mutlu ayrildık.Aylar sonra altında Rektör imzası  olan  “garip” bir yazı aldık.Cevabi  yazıda bizim sorularımızın cevabını bulamadık.Ayrıca   işe yaramayacağına inandığımız güçlendirme  konusu ile ilgili hiçbir bilgi yoktu.. Mesut  Hoca rektör seçilince Malatyada bir hafta davul çalındığını yazılı ve görsel medyadan izledik. Ayrıca tebrik sırasında bir otobüs dolusu hacı-hoca “Malatyalı”nın rektörlükte olduğunu gördük. Malatyalıların Mesut Hocayı çok sevmesi ne kadar güzel. Üniversitemize iyi hizmet verseydi ,kalıcı ve yararlı işler yapsaydı bizler de  çok sevecek ve saygıyla anacaktık  onu . Ama olmadı.

Çökme ve Binaları Boşaltma (kaçış) dönemi
İlk ciddi tehlike 2010 haziranında (dapremden yaklaşık 10 ,güçlendirmeden ise 4-5 yıl sonra) merkez laboratuarı kompleksinde ortaya çıktı. 2500 metrekarelik bir alana yayılmış, iyi hizmet veren bu bölüm  acilen boşaltıldı. Bunu, zemin katlarda bazı koridorlarda ortaya çıkan kiriş kolon çatlak ve hasarları izledi.Bu catlaklarin; yaklaşık 16 m derinden gecen 5 m çapindaki ISKI isale tunelinin acilması sırasında toprak zeminde ortaya çıkan kaymaya bağlı olduğu söylendi.Haydi buna bir neden bulduk diyelim.Ya o güçlendirme tartışmalarının yapıldığı eski dekanlık binasına ne oldu?. Her yeri patlak çatlak.Bodrum katında onlarca kolona kalaslarla destek verilmiş (Resim… .). Olmamış… korkmuşlar, bina tümden boşaltılmış.
Tehlike, buralara epey uzak olan cerrahi ameliyathanesine kadar geldi. Diğer salonlara göre daha geniş, daha özenle yapılmış  çocuk cerrahisi ameliyathaneleri tehlikeli görülerek kapatıldı.Ameliyatlara başka salonlarda (daha küçük) devam etmek zorunda kaldılar. Müteahiti yücelterek , güçlendirmeyi savunan Prof.Dr.Cenk Büyükünal’ ın  bu acımasız gerçekler karşısında ne düşündüğünü bilmiyorum. Güzelim (eski) ameliyat salonlarına  girememenin acısını bile kendisine  soramıyorum.
Son olarak ,18 kasım 2011 tarihli, B.30.2.İST.0.30.71.00 41874 sayılı dekanlık yazısıyla; Onkoloji ,hamatoloji,KBB poliklinikleri,çocuk hastalıkları poliklinik binalarının boşaltıldığını resmen öğrenmiş olduk..Kreş de tehlikeli binalar arasına girdiğinden; boşaltılarak kapısına kilit asılan binalar arasına dahil oldu. Bu da ; Samatya caddesinin hemen altindan 18 m derinlikten gecen Marmaray metro tuneli kazısı sonucu toprak zeminde ortaya çıkan kaymaya  bağlandı.Ne diyelim dostlar, bu tunel kazıları,isale hatları İstanbulda devam edeceğine göre, her gittiği yerde binalar  patlayıp, çatlayacak mı ?Bu durumda  içindekiler nereye kaçacaklar? diye sormadan edemiyorum.Durun bakalım ! Yaşadıkça daha neler duyacağız , neler neler öğreneceğiz ?

Kötü Süreçten Çıkarılabilecek Dersler
Benim yakından tanık olduğum 40 yılı aşan sürede , Cerrahpaşa Tıp Fakültesi binalarının  yapım ve çöküşüne  kadar geçen süreçte , üniversite idaresinin  tepesinde uzun süre görev yapan iki rektörün  sorumluluk payı  büyük olmuştur. Binaların yapım ve teslim alınma aşamalarında ,Prof.Cemi Demiroğlu, İstanbul Üniversitesi rektörü  idi. 3 dönem rektör seçilmiş, son dönemi tamamlayamadan YÖK tarafından görevden alınmıştır.Cerrahpaşadaki yapılaşmanın çok büyük bir bölümünün (dahiliye, cerrahi , mikrobiyoloji, patoloji, farmakoloji.... ) onun zamanında yapılmış olması , Prof.C. Demiroğlu’nun “bozuk ve şaibeli yapılaşmadaki” rolünün büyüklüğünü de ortaya koymaktadır.
İkinci isim, Prof Kemal  Alemdaroğlu; bir dönem rektör danışmanlığı , iki dönem de rektör olarak yönetimin en üst noktasında görev yapmıştır.Kendisini   binaların durumundan sorumlu tutmak haksızlık olur.O kendini, yapılmış,bitmiş,teslim alınmış ve taşınma işi tamamlanmış  çürük binaların içnde buldu. 1998 yılında  çatlayan,   patlayan ,  bel veren kolonlar vs onun zamanında ortaya çıkmıştı.1 yıl sonra  depremle birlikte bunlara yenileri eklendi.. Her şey açık seçik ortada , göz önünde iken Prof K.Alemdaroğlu’nun , bunları gizlemeye  kalkması,yok farzetmesi, hastanemizin İTÜ, Boğaziçi üniversitesi gibi bu konuda uzman,tarafsız kuruluşlara inceletme yerine hastanenin elektrik, mimar mühendislerinin hazırladığı raporlarla geçiştirmeye çalışmasını anlamak ve kabul etmek mümkün değildi.Bir gün, üniversitemizin  avcılar kampüsünden bir öğretim üyesi mühendisin  asistanı ile birlikte  geldiğini  ve binaları  muyene yapmakta olduğunu öğrendim. Kimdir? neyin nesidir? diye  aradım buldum. Hoca (Prof Tuncer                    ) duvarlara , kolonlara tahta çekiçle vuruyor (elinde başka bir şey yok)  ve  asistanına (yadımcı Doç.’muş) dönerek sağlam! sağlam! diye sesleniyor. Bu traji-komik duruma dayanamayıp  bu ne biçim muayene ......hangi devirde yaşıyorsunuz siz..... diyerek müdahalede bulundum. Bir birimize girdik.Bir kaç gün sonra K.Alemdaroğlu “tartıştığın o insan benim eniştem”  dedi. Daha dikkatli olmam gerektiğini anladım.
Bu sıraladıklarım bir yana ,  K.Alemdaroğlu’nun bana göre en büyük hatası bu çürük binaları güçlendirmeye kalkışmış olmasıdır. Öğrenmek için çaba sarsettim ama , hangi kuruluşun binaları incelediğini , neler saptadığını , nasıl bir güçlendirme yapılacağını, denetimin hangi uzman kuruluş tarafından yapılacağını bir türlü öğrenemedim. Sadece , güçlendirmenin  ülkemize 14 milyon YTL ye malolduğunu öğrenebildim.
Çürük binalardan birinci derecede sorumlu rektör Prof.Dr.Cemi Demiroğlu yıllar önce diğer aleme intikal etmiştir. Fakültemizin  en önemli toplantı salonunun  hala onun adıyla anılır olmasını kimler uygun gördü bilmiyorum .Ben bunu asla kabullenemedim.
 Prof.Dr.Kemal Alemdaroğlu ise ergenokon soruşturması kapsamında sıkıntılı bir  dönem geçiriyor.Ben; bu güne  kadar anlayamadığım, göremediğim birtakım iddiaların hasabının  değil de ; bu gün, yıkılarak yeniden yapılmasına karar verilmiş bir binaya  birkaç yıl önce niçin 14 milyon YTL   harcandı? Onun hesabının sorulmasını yeğlerdim. Alan belli, veren belli, yapılan iş  ortada.  Hem de bu hesabın görülmesi yıllar almaz. Gelin hep beraber biraz da bu tür işler için kafa yoralım.Yoralım da, bu “yolsuzluk abidesi” binaların tümünün , güçlenmdirilenin de güçlendirilmeyenin de,altından tunel,isale hattı geçeninde  geçmeyenin de , ayakta duramayacak kadar bitmiş tükenmiş olduğunu anlayabilelim.



Gelmiş geçmiş rektörlerimize ithaf olunur
(26.02.2010 tarihinde sayın İhsan Doğramacının vefatı üzerine)

                                                                                                                                                                                                                                                                             
Değerli Hoca,
Merhum Prof. Dr.İhsan Doğramacı’ ya

Ülkemiz yakın tarihinde “Büyük Kurtuluş Savaşı” vermiş,genç Cumhuriyet Türkiyesinde her alanda “Yeni Kurtuluş Savaşlarına” sıra gelmişti. Siz, bu savaşı bilim alanında verdiniz, ülkemize çok değerli kurumlar ve bilim adamları kazandırdınız. Uzun ömrünüz hep büyük başarılarla dopdolu geçti. Kurumlarımızın başında, başka İhsan Doğramacıların eksikliği ülkemizin   kronik bir yarasıdır.
Büyük Hoca rahat uyu! bilim ve tıp camiası Sizi minnet ve şükranla anacaktır.
                                  
                                                                                      

Cerrahpaşa, dış güzelliği düzeyinde, kendi  “öz  güzelliğine” kavuşabilecek mi?
Carrahpaşa Tıp Fakültesi; tepeden başlayıp 30-45 derece eğimle sahil yoluna  kadar uzanan yaklaşık 170dönümlük  eşsiz güzellikte değerli bir arsanın üzerinde yer almıştır.Her noktasından Marmara denizini görmek mümkün olsa da, biz; bir de, bir ilk bahar günü, açık bir havada  7 ci kattaki yemekhaneden  gördüklerimize bakalım. Hemen önünüzden başlayan mavi Marmaranın, 180 derecelik bir açıyla  gözünüzün  seçebildiği kadar uzak ve geniş bir alanı kapladığını , ufuk çizginizin karşı sahilde yer alan dağlarla sınırlandığını fark edersiniz. Uzaklarda deniz kaplumbağaları gibi denizin mavilikleri içine yayılmış adaları da görmeden geçmeyelim.  Başınızı 90 derece sola çevirdiğinizde ise  tarihi yarımadanın en değerli eserlerinin yeraldığı Sultanahmet bölgesini ve Marmara denizinin  İstanbul boğazına girişini  görürsünüz. Marmaraya açılan ve marmaradan boğaza giriş yapan gemiler gece , gündüz farklı bir güzellik katar manzaraya. Başınızı batıya çevirdiğiniz zaman eski  bir yerleşim yeri olan samatya ve denize doğru burnunu uzatmış zeytin burnu  yerleşim alanlarını görürsünüz. Yeşilliklerle kaplı sahil şeridi boyunca  bir deve katarı gibi uzanmış Bizans  surları  gizemli bir hava  verir bu görüntüye.
Cerrahpaşanın eşsiz konumu , sahip olduğu  tüm  güzellikler ve tarihi onun özüne  yaraşır  biçimde  güzelleştirilmesi, yenilenmesini gerektirir. Üniversitemizin bugünkü rektörü ve çalışma arkadaşları , merkez ve yerel idarecilerle koordinasyon içinde doğru yolda ilerliyor. Uzmanların  incelemeleri sonucu , bu binaların tümünün yıkılacağı ve  yeni hastane  binalarının burada yapılma kararı  çok doğru ve yerinde bir karardır.Henüz işin çok başındayız.Elbette bir gün birileri bunu başaracak.Cerrahpaşa tarihinde  yeni ve temiz bir sayfa açılacak, sadece onların adı  kalıca olacak ,minnet ve şükranla anılmayı onlar hak edecekler.
Son yarım asırda yapılan yanlışlıklardan, yaşananlardan,depremlerden yeterince ders alındığına inanmak istiyoruz.Yaz boz tahtası türünden denemelere haksızlıklara, yolsuzluklara  ne bizim ne de ülkenin tahammülü kalmadı.. Umarım hatalar tekrarlanmaz, yenilerine fırsat verilmez. Elbette başarı da başarısızlık da  bir gün değerlendirilecektir.Bu, buradaki örnekte olduğu  gibi  amatörce ve bireysel olmamalı, öyle  kalmamalı.Haksızlık ,yanlışlık  karşısında kaya gibi sert bir tavrı üniversite hocası sergilemeyecek de kim yapacak bunu? Kendi hırsızımızı kendi uğursuzumuzu bizim kendimiz bulup, kendimiz cezalandırmamız gerekir. Alman adaleti ne yaptıysa ,nasıl yaptıysa biz de öyle yapmak zorundayız. Eline  düşmeye gör.Kimsenin gözümüzün yaşına bakmadan “bizimkilere” cezayı hemen kesiverdi.Bizden kimse  sesini çıkaramadı. İşte budur beklenen.Bu yoksa gelişmiş ve kalkınmış ülkeler arasında  yerimiz de  olmayacaktır.

Prof  Dr Muzaffer ALTINDAŞ
 

Prof. Dr. Muzaffer ALTINDAŞ | Resmi Web Sitesi